Adana’da ağız içi lezyonların tanı ve tedavisini yapan diş hekimlerinden olan Yaşar Çınar Nar, ağız sağlığını tehdit eden her türlü oluşumu erken dönemde tespit ederek etkili çözümler sunar. Ağız içi lezyonlar; aft, uçuk, travmatik yaralar, mantar enfeksiyonları veya bazı sistemik hastalıkların ağızda görülen belirtileri şeklinde ortaya çıkabilir. Erken teşhis, hem tedavi başarısı hem de ciddi hastalıkların önlenmesi açısından önemlidir.

Tedavi süreci, lezyonun türü, nedeni ve şiddetine göre planlanır. Basit aftlar veya irritasyon kaynaklı yaralar genellikle lokal tedavilerle iyileştirilirken, enfeksiyon kökenli lezyonlarda ilaç tedavisi uygulanır. Şüpheli durumlarda ise biyopsi yapılarak kesin tanı konur. Tedavi sırasında ağrı kontrolü ve dokunun hızlı iyileşmesi hedeflenir.

Ağız içi lezyonların tedavisi sonrası süreçte hastaların, tetikleyici faktörlerden uzak durması ve düzenli ağız bakımına özen göstermesi gerekir. Tekrarlayan lezyonlarda altta yatan nedenin araştırılması, kalıcı çözüm için önemlidir. Düzenli diş hekimi kontrolleri, olası sorunların erken fark edilmesini sağlar.

İşlemin AmacıLezyonun nedeninin belirlenmesi, ağrı ve rahatsızlığın giderilmesi, olası malign (kanser) lezyonların erken tanısı
Uygulama YöntemiKlinik muayene, gerekirse biyopsi, laboratuvar incelemeleri, ilaç tedavisi veya lezyonun cerrahi olarak çıkarılması
EndikasyonlarAft, herpes, kandida (mantar), travmatik ülser, lichen planus, beyaz veya kırmızı plaklar, şüpheli doku değişiklikleri
KontrendikasyonlarCiddi sistemik hastalıklarda veya aktif kanamalı lezyonlarda invaziv girişimler geciktirilebilir
HazırlıkKlinik değerlendirme, ağız hijyeninin gözden geçirilmesi, lezyonun büyüklüğü ve süresinin değerlendirilmesi
Uygulama SüresiTanıya göre değişir; biyopsi genellikle 15-30 dakika, topikal tedavi uygulamaları kısa sürelidir
AnesteziBiyopsi ve cerrahi işlemlerde lokal anestezi
KomplikasyonlarKanama, enfeksiyon, ağrı, nadiren iyileşme gecikmesi
İyileşme SüresiBasit lezyonlar birkaç gün içinde iyileşir; cerrahi işlemler sonrası genellikle 1-2 hafta
Dikkat Edileceklerİyileşme sürecinde tahriş edici yiyecek ve içeceklerden kaçınılmalı, iyi ağız hijyenine dikkat edilmeli
KontrolTedaviye yanıt takibi için 1-2 hafta sonra kontrol; şüpheli veya geçmeyen lezyonlarda ileri inceleme ve düzenli takip

Yazı İçeriği

Ağız İçi Lezyonları Nedir ve Neden Titizlikle Değerlendirilmelidir?

Ağız içi lezyonları, ağzımızın içini kaplayan mukoza adı verilen o yumuşak dokuda, diş etlerinde, dilde, dudaklarda veya damakta ortaya çıkan, normalden farklı her türlü değişikliktir. Bunu, cildimizdeki bir bene veya yaraya benzetebiliriz; ancak bu sefer ağzın içinde oluşur. Bu değişiklikler çok farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Bazen bir yara (ülser), bazen bir şişlik veya kitle, bazen de dokunun renginde bir farklılaşma (beyaz, kırmızı, mor veya siyah bir leke) olabilir. Hatta bazen sadece dilinizin veya yanağınızın yüzeyinde bir pürüzlenma hissi bile bir lezyon belirtisidir.

Bu lezyonların ortaya çıkmasının ardında yatan nedenler oldukça çeşitlidir. Tıpkı bir dedektif gibi, bu nedenleri dört ana grupta toplayabiliriz: Enfeksiyonlar (mantarlar, virüsler veya bakteriler), bağışıklık sistemimizle ilgili sorunlar (vücudun kendi dokularına saldırdığı otoimmün hastalıklar veya alerjiler), travmalar (örneğin yanlışlıkla yanağı ısırmak veya çok sıcak bir şey yemek) ve son olarak da neoplastik durumlar yani iyi veya kötü huylu tümörler. Hekimler için pratik bir yol ise bu lezyonları görünümlerine göre ayırmaktır: Yaralı lezyonlar, beyaz veya kırmızı-beyaz karışık renkteki lekeler, şişlikler ve renkli (pigmentli) lezyonlar.

Bu değişikliklerin büyük bir çoğunluğu aslında iyi huyludur, yani zararsızdır. Genellikle kısa bir sürede kendiliğinden geçerler ve ciddi bir sağlık sorununa işaret etmezler. Ancak bazen, ağızdaki küçük bir leke, henüz farkında olmadığınız bir sistemik hastalığın, örneğin diyabetin, bir kan hastalığının veya bir sindirim sistemi rahatsızlığının ilk habercisi olabilir. Daha da önemlisi, bazı lezyonlar ağız kanserinin erken bir belirtisi olabilir. İşte bu yüzden ağzınızda fark ettiğiniz, normal olmayan her türlü değişiklik, ne kadar küçük veya ağrısız olursa olsun, mutlaka bir diş hekimi tarafından dikkatle değerlendirilmelidir. Erken ve doğru teşhis, en etkili tedavi yolunu çizmek ve sağlığınızı korumak için atılacak en kritik adımdır.

Tedavi hakkında detaylı bilgi ve randevu için iletişime geçin!

Ağız İçi Lezyonları İçin Tanı Süreci Nasıl İşler?

Doğru bir tanıya ulaşmak, adeta bir yapbozun parçalarını birleştirmek gibidir. Bu süreç hastayı dinlemekle başlar, dikkatli bir muayene ile devam eder ve gerektiğinde ileri teknolojik yöntemlerle kesinleştirilir. Amaç lezyonun ne olduğunu net bir şekilde anlamak ve en doğru tedavi yolunu belirlemektir.

  • Hasta Öyküsü (Anamnez): Her şeyden önce, doğru tanının ilk ve en önemli adımı hastayı dikkatle dinlemektir. Sadece lezyonla ilgili değil genel sağlık durumuyla ilgili bilgiler de çok değerlidir. Geçmişte yaşanmış önemli hastalıklar, düzenli kullanılan ilaçlar, tütün ve alkol gibi alışkanlıklar ve hatta beslenme düzeni, resmin bütününü görmeye yardımcı olur. Lezyonun kendisiyle ilgili sorular ise odaklanmayı sağlar. Ne kadar süredir orada? İlk fark edildiğinden beri büyüdü mü veya şekli değişti mi? Ağrı, yanma veya uyuşma gibi hislere neden oluyor mu? Sürekli tekrarlıyor mu? Örneğin sık sık tekrarlayan aftlar, belki de bir vitamin eksikliğinin veya altta yatan başka bir sağlık sorununun sinyali olabilir.
  • Klinik Muayene: Tanı sürecinin temel taşı, dikkatli bir gözle ve dokunarak yapılan muayenedir. Bu muayene sadece lezyonun olduğu küçük bir alanla sınırlı kalmaz. Yüz, boyundaki lenf bezleri, dudaklar, yanakların iç yüzeyleri, diş etleri, dilin üstü, altı ve kenarları, ağzın tabanı ve damak dahil olmak üzere tüm ağız ve çevresi sistematik bir şekilde incelenir. Bu inceleme sırasında lezyonun yeri, milimetrik olarak boyutu, şekli (yuvarlak mı, düzensiz mi), rengi, kıvamı (sert mi, yumuşak mı) ve yüzey dokusu (düz mü, pürüzlü mü) gibi tüm detaylar bir dedektif titizliğiyle kaydedilir.
  • Belgeleme ve “2-3 Hafta Kuralı”: Görülen her lezyon, ileride karşılaştırma yapabilmek için hasta dosyasına detaylıca not edilir, çizilir ve hatta fotoğraflanır. Ancak bir lezyonu görmek, onu teşhis etmek anlamına gelmez. Özellikle kanser riski taşıyan lezyonlarda sadece bakarak kesin bir sonuca varmak zordur. İşte bu noktada çok önemli bir güvenlik protokolü devreye girer: “2-3 hafta kuralı”. Eğer bir yaranın, örneğin yanağı ısırmak gibi basit bir travmadan kaynaklandığı düşünülüyorsa, bu yaranın kendi kendine iyileşmesi için 2-3 hafta beklenir. Bu süre sonunda iyileşmeyen, aynı kalan veya daha da kötüleşen herhangi bir lezyon, potansiyel olarak daha ciddi bir durumun işareti olabilir ve mutlaka ileri bir tetkik gerektirir. Bu yaklaşım gereksiz yere endişelenmeyi önlerken, tehlikeli olabilecek lezyonların gözden kaçırılmamasını sağlar.
  • Biyopsi ve Uzman Desteği: İyileşmeyen veya görünümü şüpheli olan bir lezyon söz konusu olduğunda, kesin tanının “altın standardı” biyopsidir. Biyopsi, lezyondan çok küçük bir doku parçasının alınıp mikroskop altında incelenmesi işlemidir. Bu işlem lezyonun hücresel yapısını ortaya koyar ve ne olduğundan %100 emin olmamızı sağlar. Şüpheli durumlarda, hastaların biyopsi ve gerekirse ileri tedavi için bir ağız, diş ve çene cerrahisi uzmanına yönlendirilmesi, en doğru ve güvenilir sağlık hizmetini almalarını garanti eden standart bir yaklaşımdır.

Travmaya Bağlı Gelişen Ağız İçi Lezyonları Nelerdir?

Ağzımız sürekli hareket halinde olan oldukça meşgul bir yerdir. Bu hareketlilik sırasında bazen küçük kazalar olabilir. İşte bu kazalar veya sürekli tekrarlayan tahrişler sonucu ortaya çıkan bazı yaygın ağız içi lezyonları vardır ve tedavileri genellikle sebebin ortadan kaldırılmasıyla oldukça basittir.

  • Travmatik Fibrom: Belki de en sık karşılaşılan iyi huylu lezyondur. Sürekli olarak aynı yeri ısırmak (yanak, dudak veya dil) gibi kronik ve hafif bir tahrişe vücudun verdiği bir tepkidir. Genellikle ağrısız, etrafındaki dokuyla aynı renkte, pembe, sert ve pürüzsüz yüzeyli küçük bir şişlik olarak belirir. Çoğu zaman bir tedavi gerektirmez, ancak yemek yerken veya konuşurken rahatsızlık veriyorsa, lokal anestezi ile çok basit bir operasyonla alınabilir.
  • Travmatik Ülser: Keskin kenarlı bir diş, sert bir yiyeceğin batması veya aniden yanağı ısırmak gibi tek seferlik bir travma sonucu oluşan ağrılı yaralardır. Genellikle ortası sarı-beyaz, etrafı ise kırmızı bir halka ile çevrilidir. Bu yaraların en önemli özelliği, travmaya neden olan etken ortadan kaldırıldığında (örneğin sivri dişin törpülenmesi), genellikle 7-14 gün içinde kendiliğinden iyileşmeleridir. Ancak burada çok kritik bir nokta var: Eğer bir yara 2-3 hafta geçmesine rağmen iyileşmiyorsa, erken evre bir ağız kanserini taklit ediyor olabilir. Bu “taklitçilik” özelliği yüzünden, iyileşmeyen her türlü yaradan biyopsi alınması hayati önem taşır.
  • İnflamatuar Papiller Hiperplazi: Bu durum özellikle damakta, genellikle tam protez kullanan ve protezini gece de dahil olmak üzere hiç çıkarmayan veya protez temizliğine yeterince özen göstermeyen kişilerde görülür. Damak yüzeyinde, sanki çok sayıda küçük çakıl taşı veya dut tanesi dizilmiş gibi kırmızımsı, kabarcıklı bir görünüme neden olur. Tedavisi oldukça mantıklıdır: altta yatan nedeni ortadan kaldırmak. Protez hijyenini artırmak, gece protezi çıkarmak ve protezin ağıza tam oturduğundan emin olmak genellikle lezyonun gerilemesini sağlar. Bazen bu duruma ağız mantarı da eşlik edebilir ve antifungal tedavi gerekebilir.

Sık Görülen Diğer İyi Huylu Ağız İçi Lezyonları Hangileridir?

Travmatik lezyonların dışında, sıkça karşılaşılan ve genellikle zararsız olan başka lezyonlar da vardır. Bunlar genellikle sadece estetik bir kaygı yarattıklarında veya fonksiyonları (çiğneme, konuşma) engellediklerinde müdahale gerektirir.

  • Mukosel (Tükürük Kisti): En sık alt dudağın iç kısmında görülen, içi sıvı dolu, yumuşak, hareketli ve genellikle mavimsi-pembe renkli bir kabarcıktır. Küçük tükürük bezlerinden birinin kanalının, genellikle ısırma sonucu hasar görmesiyle tükürüğün doku içine sızmasıyla oluşur. Bazen kendiliğinden patlayıp geçse de sürekli tekrarlayan veya kalıcı olan mukosellerin, ilgili tükürük beziyle birlikte cerrahi olarak çıkarılması gerekir.
  • Piyojenik Granülom: Adı biraz yanıltıcıdır; ne enfeksiyon kaynaklıdır ne de irin içerir. Aslında, aşırı büyümüş bir kan damarı yumağıdır. Hızlı büyüyen, kırmızı renkli, yüzeyi pürüzsüz ve çok kolay kanayan bir doku büyümesi olarak ortaya çıkar. Genellikle diş etlerinde, özellikle hamilelik gibi hormonal değişimlerin yoğun olduğu dönemlerde veya lokal bir tahriş bölgesinde görülür. Kötü huylu olmasa da kolayca kanaması ve hızlı büyümesi nedeniyle genellikle cerrahi olarak çıkarılır.
  • Skuamöz Hücreli Papillom (Siğil): İnsan Papilloma Virüsü’nün (HPV) düşük riskli tiplerinin neden olduğu, iyi huylu bir lezyondur. Genellikle damak, dil veya dudaklarda, beyaz veya pembe renkli, saplı ve “karnabahar benzeri” pürüzlü bir yüzeye sahip tek bir kitle olarak görülür. Ağrısızdır ve tedavisi cerrahi olarak çıkarılmasıdır.
  • Torus: Bir hastalık değil anatomik bir varyasyondur. Damağın ortasında (torus palatinus) veya dilin altında, alt çenenin iç tarafında (torus mandibularis) görülen, yavaş büyüyen, sert ve kemiksi çıkıntılardır. Genellikle hiçbir tedavi gerektirmezler. Ancak üzerini kaplayan ince doku sürekli yaralanıyorsa veya hareketli bir protez yapımına engel oluyorlarsa, cerrahi olarak düzeltilebilirler.

Mantar ve Virüslerin Neden Olduğu Bulaşıcı Ağız İçi Lezyonları Nelerdir?

Ağzımız, sayısız mikroorganizmaya ev sahipliği yapan bir ekosistemdir. Bu denge bozulduğunda veya bağışıklık sistemimiz zayıfladığında, bazı mantar ve virüsler enfeksiyona neden olabilir. Bu lezyonlar hem lokal rahatsızlık yaratır hem de bazen altta yatan daha genel bir sorunun işareti olabilir.

En sık görülen bulaşıcı lezyonlardan bazıları şunlardır:

  • Oral Kandidiyaz (Pamukçuk)
  • Herpes Simplex Virüsü (Uçuk)
  • Herpes Zoster (Zona)
  • İnsan Papilloma Virüsü (HPV)

Oral Kandidiyaz (Pamukçuk), ağızda en sık görülen mantar enfeksiyonudur. Aslında bu mantar (Candida albicans), normalde de ağız floramızın bir parçasıdır. Ağızda mantar neden olur sorusunun cevabı, bu mantarın normalden fazla çoğalmasıdır. Bu aşırı çoğalmayı tetikleyen bazı durumlar vardır. Uzun süreli antibiyotik veya kortizonlu ilaç kullanımı, kontrolsüz diyabet, takma diş (protez) kullanımı ve bağışıklık sistemini baskılayan hastalıklar (HIV/AIDS gibi) en yaygın nedenlerdir.

Ağız mantarı belirtileri farklı şekillerde ortaya çıkabilir. En bilinen tipi, yanak içlerinde ve dil üzerinde görülen, peynirimsi veya süt kesiği gibi kremsi beyaz plaklardır. Bu plaklar silindiğinde altından kırmızı ve bazen kanayan bir doku ortaya çıkar. Özellikle protez kullananlarda ise, protezin altında kalan damakta parlak kırmızı, ağrılı bir alan (protez stomatiti) şeklinde de görülebilir. Ağız mantarı tedavisi, genellikle ağızda çalkalanan veya lezyonların üzerine sürülen antifungal (mantar karşıtı) ilaçlarla yapılır. Daha inatçı veya yaygın vakalarda ağızdan hap şeklinde sistemik ilaçlar gerekebilir. Geçmeyen ağız mantarı durumunda, altta yatan sistemik bir nedenin mutlaka araştırılması gerekir.

Herpes Simplex Virüsü (Uçuk) ise oldukça yaygın bir viral enfeksiyondur. İlk bulaşma genellikle çocuklukta olur ve ateş, halsizlik ile birlikte ağız içinde çok sayıda küçük ve ağrılı kabarcıkla seyreder. Bu ilk enfeksiyon atlatıldıktan sonra virüs vücuttan atılmaz; sinir düğümlerine yerleşerek “uykuya dalar”. Yıllar sonra stres, yorgunluk, güneş ışığı veya bağışıklık sisteminin zayıfladığı bir anda yeniden aktive olarak genellikle dudak kenarında hepimizin bildiği o meşhur “uçukları” oluşturur.

Tedavi hakkında detaylı bilgi ve randevu için iletişime geçin!

Tekrarlayan Ağız İçi Lezyonları (Aftlar) Neden Ortaya Çıkar?

Aftlar, yani tıp dilindeki adıyla “tekrarlayan aftöz stomatit”, toplumun yaklaşık beşte birini etkileyen, oldukça yaygın bir durumdur. Herpes virüsü ile hiçbir ilgisi yoktur ve kesinlikle bulaşıcı değildir. Genellikle yanak ve dudakların iç yüzeyi, dilin kenarları gibi hareketli ve daha hassas bölgelerde ortaya çıkarlar. Tipik görünümü, ortası sarı-gri, etrafı ise parlak kırmızı bir hale ile çevrili, oldukça ağrılı, yuvarlak veya oval bir yaradır.

Aftların neden çıktığı bilinmese de tek bir suçlusu olmadığı düşünülmektedir. Birçok faktörün bir araya gelmesiyle tetiklendiği kabul edilir. Genetik yatkınlık en güçlü kanıtlardan biridir; yani ailenizde aft sorunu yaşayanlar varsa, sizde de görülme olasılığı daha yüksektir. Bunun dışında tetikleyici olabilecek bazı durumlar vardır.

Aftları tetikleyebilecek faktörlerden bazıları şunlardır:

  • Fiziksel travmalar (yanak ısırma, sert diş fırçalama)
  • Duygusal stres ve yoğun yorgunluk
  • Kadınlarda hormonal döngüler
  • Bazı gıdalara karşı hassasiyet (turunçgiller, domates, çikolata gibi)
  • Diş macunlarındaki Sodyum Lauril Sülfat (SLS) maddesi

Özellikle çok sık tekrarlayan, aynı anda çok sayıda çıkan veya iyileşmesi normalden uzun süren aftlar, bir “uyarı işareti” olabilir. Bu durumlarda, altta yatan bir sistemik sorun akla gelmelidir. Bu nedenle kompleks aft vakalarında beslenme eksiklikleri araştırılmalıdır. Başlıca araştırılması gerekenler:

  • Demir eksikliği
  • B12 vitamini eksikliği
  • Folat (B9 vitamini) eksikliği
  • Çinko eksikliği

Ayrıca Çölyak hastalığı, inflamatuar bağırsak hastalıkları (Crohn, ülseratif kolit), Behçet hastalığı gibi bağışıklık sistemini ilgilendiren durumlarla da ilişkili olabilir. Aft tedavisi genellikle belirtileri hafifletmeye ve iyileşme sürecini hızlandırmaya odaklanır. Ağrıyı azaltmak için lokal anestezik içeren jeller ve iltihabı baskılamak için kortikosteroidli kremler veya gargaralar reçete edilebilir.

Oral Liken Planus Gibi İmmünolojik Ağız İçi Lezyonları Ne Anlama Gelir?

Oral Liken Planus (OLP), vücudun bağışıklık sisteminin bir anlık bir “kafa karışıklığı” yaşayarak ağzın içini kaplayan kendi mukoza hücrelerine saldırdığı, kronik bir otoimmün hastalıktır. Genellikle orta yaş ve üzerindeki kadınlarda daha sık görülür. OLP’nin farklı klinik görünümleri olabilir ve her zaman aynı belirtileri vermez.

En sık karşılaşılan tipi, genellikle belirti vermeyen (asemptomatik) ve rutin bir muayene sırasında tesadüfen fark edilen retiküler tiptir. Bu tipte, genellikle her iki yanak mukozasında simetrik olarak sanki beyaz bir dantel işlenmiş gibi ağsı çizgilenmeler (Wickham striaları) görülür. Ağız içi yanakta beyaz çizgi şikayetinin en tipik nedenlerinden biridir.

Ancak hastaların hekime başvurmasına neden olan tipler genellikle belirti verenlerdir. Eroziv tip, en şiddetli formdur. Mukozanın yüzey tabakasının kaybolduğu, ağrılı, kırmızı, açık yaralar şeklinde görülür. Bu yaralar özellikle baharatlı, asitli veya sıcak yiyeceklerle temas ettiğinde şiddetli bir yanma ve ağrıya neden olabilir. OLP tanısı kritik bir süreçtir çünkü görünümü, amalgam dolgulara veya bazı ilaçlara karşı gelişen benzer reaksiyonlarla (likenoid reaksiyonlar) karışabilir. Bu nedenle kesin tanı için mutlaka lezyondan küçük bir parça alınarak biyopsi yapılması şarttır.

Tedavi, hastalığı tamamen ortadan kaldırmayı değil belirtileri kontrol altına almayı ve hastanın yaşam kalitesini artırmayı hedefler. Belirti vermeyen retiküler tip genellikle tedavi gerektirmez. Ancak ağrı ve yanmanın olduğu eroziv vakalarda, birinci basamak tedavi topikal kortikosteroidlerdir. Bu ilaçlar krem, jel veya gargara formunda olabilir ve doğrudan lezyonların üzerine uygulanarak lokal iltihabı baskılarlar. Ayrıca OLP’nin çok düşük bir oranda da olsa ağız kanserine dönüşme riski taşıdığı kabul edildiğinden, OLP tanısı alan hastaların düzenli olarak bir hekim tarafından takip edilmesi büyük önem taşır.

Kanser Riski Taşıyan Ağız İçi Lezyonları Neden Ciddiye Alınmalıdır?

Ağız kanseri genellikle bir anda ortaya çıkmaz. Çoğunlukla, kendisinden önce gelen bazı “uyarıcı” lezyonlar üzerinden gelişir. İşte bu kanser öncesi risk taşıyan lezyonlara “Oral Potansiyel Malign Bozukluklar” (OPMD) denir. Bunların en bilinenleri lökoplaki (beyaz leke) ve eritroplakidir (kırmızı leke). Bu lezyonlar kanserin kendisi değildir, ancak kansere giden yolda bir “ara durak” olabilirler. Bu yüzden erken teşhisleri, kanser gelişimini önlemek için paha biçilmez bir fırsat sunar.

  • Lökoplaki: Ağız içinde en sık karşılaşılan OPMD’dir. Klinik olarak silmekle veya kazımakla çıkmayan ve başka herhangi bir hastalıkla açıklanamayan ağız içi beyaz lezyonlar veya plaklar olarak tanımlanır. Görünümüne göre homojen (düzgün yüzeyli, tek tip beyaz) veya non-homojen (düzensiz, içinde kırmızılıklar veya kabarıklıklar olan) olabilir. Özellikle non-homojen lökoplakilerin kansere dönüşme riski daha yüksektir. Tütün kullanımı, lökoplaki gelişimindeki en önemli risk faktörüdür.
  • Eritroplaki: Lökoplakiye göre çok daha nadir görülür ancak çok daha tehlikelidir. Ağız içinde parlak kırmızı, kadifemsi yüzeyli bir leke olarak tanımlanır. Kanserleşme potansiyeli tüm OPMD’ler arasında en yüksek olanıdır. Genellikle belirti vermemesi, tanısının gecikmesine neden olabilir.

Bu lezyonların yönetiminde ilk adım, tütün ve alkol gibi bilinen risk faktörlerinin derhal ortadan kaldırılmasıdır. Ancak en kritik adım, kesin tanı için biyopsi yapılmasıdır. Biyopsi, lezyonun sadece ne olduğunu doğrulamakla kalmaz, aynı zamanda “displazi” varlığını ve derecesini de belirler. Displazi, hücrelerin mikroskobik düzeyde ne kadar anormalleştiğini ifade eder ve kansere dönüşme riskinin en önemli göstergesidir.

Ağız Kanseri Belirtisi Olan Ağız İçi Lezyonları Hangileridir?

Ağız kanseri, yani tıp dilindeki adıyla Oral Skuamöz Hücreli Karsinom (OSCC), tüm ağız kanserlerinin %90’ından fazlasını oluşturur. Genellikle dilin yan kenarları, ağız tabanı, diş etleri ve yanak mukozası gibi bölgelerde yerleşir. Ağız kanserinin en önemli ve belki de en tehlikeli özelliği, erken evrelerde genellikle ağrısız ve sinsi olmasıdır. İnsanlar genellikle ağrıyı bir ciddiyet ölçütü olarak görür, ancak ağrısız bir lezyonun sorunsuz olduğu anlamına gelmez. Bu durum tanıda hayati gecikmelere yol açabilir. Bu nedenle ağızda fark edilen ve 2-3 haftadan uzun süredir iyileşmeyen herhangi bir değişiklik, ağrılı olmasa bile mutlaka bir diş hekimi tarafından değerlendirilmelidir.

Ağız kanseri çok çeşitli görünümlerde olabilir. Fark edilmesi gereken bazı erken belirtiler şunlardır:

  • İyileşmeyen bir yara (genellikle kenarları sert ve kalkıktır)
  • Ağız içinde bir şişlik veya kitle (dokunulduğunda sert hissedilir)
  • Beyaz bir leke (Lökoplaki)
  • Kırmızı bir leke (Eritroplaki)
  • Ağızda veya dudakta anormal uyuşukluk hissi
  • Açıklanamayan diş sallanması
  • Protezlerin aniden ağıza tam oturmamaya başlaması
  • Yutkunma veya konuşma güçlüğü
  • Seste değişiklik
  • Boyunda ele gelen bir kitle

Ağız kanseri için en büyük risk faktörleri tütün (her türlüsü), aşırı alkol tüketimi ve bu ikisinin bir arada kullanılmasıdır. Dudak kanserinde ise en önemli risk faktörü uzun süreli güneşe maruz kalmaktır. Erken teşhis, ağız kanseri tedavisinde başarıyı belirleyen en önemli faktördür. Kanser sadece ağız içinde sınırlıyken teşhis edildiğinde 5 yıllık sağkalım oranı %85 gibi yüksek bir seviyedeyken, kanser vücudun başka bölgelerine yayıldığında bu oran %40’lara kadar düşmektedir. Bu çarpıcı fark, düzenli diş hekimi kontrollerinin ve kişinin kendi ağzını tanımasının ne kadar hayat kurtarıcı olabileceğini gösterir.

Sistemik Hastalıklar Ağız İçi Lezyonları ile Nasıl Belirti Verebilir?

Ağzımız, genel vücut sağlığımızın bir aynası gibidir. Vücudumuzdaki birçok sistemik hastalık, ilk veya en belirgin işaretlerini ağız içinde gösterebilir. Bu durum diş hekimini sadece dişleri tedavi eden bir sağlık profesyoneli olmaktan çıkarıp, genel sağlık taramasında kilit rol oynayan bir “sağlık gözcüsü” konumuna getirir. Bazen ağızdaki bir yara veya renk değişikliği, henüz teşhis edilmemiş bir hastalığın ilk ipucu olabilir.

Diyabet: Kontrol altına alınmamış diyabet hastalarında diş eti hastalığı hem daha sık görülür hem de daha şiddetli seyreder. Ayrıca tükürük akışının azalmasına bağlı ağız kuruluğu, bu kuruluğa bağlı artan çürük riski ve oral kandidiyaz (pamukçuk) gibi mantar enfeksiyonlarına yatkınlık da sıkça rastlanan durumlardır.

HIV/AIDS: Bağışıklık sistemi zayıfladığı için ağız içi lezyonlar çok yaygındır ve genellikle hastalığın ilk klinik belirtilerindendir. Bunlar arasında en sık görülenler şunlardır:

  • Oral kandidiyaz (pamukçuk)
  • Oral hairy lökoplaki (dilin yan kenarlarında dikey, beyaz çizgilenmeler)
  • Kaposi sarkomu (damakta veya diş etlerinde mor-kırmızı lezyonlar)
  • Tekrarlayan aftöz ülserler
  • Şiddetli ve hızla ilerleyen diş eti hastalıkları

Kan Hastalıkları: Anemi (kansızlık), özellikle demir eksikliği, ağız mukozasında genel bir solgunluğa, dil yüzeyinin pürüzsüz ve parlak kırmızı bir görünüm almasına (glossit) ve ağızda yanma hissine neden olabilir. Lösemi gibi kan kanserleri ise diş etlerinde anormal şişmelere ve kendiliğinden oluşan kanamalara yol açabilir.

Otoimmün Hastalıklar: Vücudun kendi dokularına saldırdığı bu hastalıklarda da ağız içi belirtiler sıktır. Sjögren sendromu, şiddetli ağız ve göz kuruluğuna neden olur. Sistemik lupus eritematozus (SLE) hastalarında ise aft benzeri ülserler görülebilir.

Beslenme Eksiklikleri Hangi Ağız İçi Lezyonları ile Kendini Gösterir?

Ağız içindeki dokular, vücutta hücre yenilenmesinin en hızlı olduğu yerlerden biridir. Bu nedenle beslenme yetersizliklerinin ilk klinik belirtileri genellikle ağızda ortaya çıkar. Vitamin ve mineral eksiklikleri, ağız sağlığında gözle görülür sorunlara yol açabilir.

Bazı vitamin ve mineral eksikliklerinin ağızdaki belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • B Vitamini Eksiklikleri: Bu vitamin grubu mukoza sağlığı için kritiktir. Eksikliklerinde dilde kızarıklık, şişlik ve yanma hissi (glossit), dudaklarda iltihap ve özellikle dudak köşelerinde ağrılı çatlaklar ve yaralar (angular keilitis) görülür. Tekrarlayan aftlar da B12 ve folat eksikliği ile ilişkili olabilir.
  • Demir Eksikliği: Vücuttaki en yaygın beslenme eksikliklerinden biridir. Ağızdaki belirtileri arasında mukoza ve diş etlerinde solgunluk, dilin üzerindeki minik pütürlerin silinmesiyle oluşan düz ve kırmızı dil (atrofik glossit) ve yutkunma güçlüğü bulunur.
  • C Vitamini Eksikliği (Skorbüt): Ciddi eksikliğinde, diş etleri şişer, mor-kırmızı bir renk alır ve fırçalama veya yemek yeme sırasında kolayca kanar. İlerlemiş vakalarda dişlerde sallanma ve kayıplar görülebilir.
  • Çinko Eksikliği: Yara iyileşmesinde gecikmelere ve tat alma duyusunda değişikliklere neden olabilir.

Ağız İçi Lezyonları İçin Hangi Modern Cerrahi Yöntemler Uygulanır?

Ağız içi lezyonlarının tedavisinde, lezyonun tipine, boyutuna ve konumuna göre farklı cerrahi yöntemler kullanılır. Bu müdahalelerin temel amacı, hem lezyonu ortadan kaldırarak tedaviyi sağlamak hem de kesin tanı için patolojik incelemeye bir örnek göndermektir. Tüm bu işlemler, modern anestezi teknikleri sayesinde hasta için tamamen ağrısız bir şekilde gerçekleştirilir.

  • Biyopsi (İnsizyonel ve Eksizyonel): Cerrahi müdahalelerin çoğu aslında bir biyopsi türüdür. Eğer lezyon küçük ve iyi huylu görünüyorsa, genellikle eksizyonel biyopsi tercih edilir. Bu işlemde, lezyonun tamamı, etrafında küçük bir miktar sağlıklı doku ile birlikte tamamen çıkarılır. Bu yöntem hem kesin tanıyı sağlar hem de lezyonu tamamen ortadan kaldırarak tedaviyi tamamlar. Eğer lezyon büyükse veya kötü huylu olma şüphesi yüksekse, o zaman insizyonel biyopsi yapılır. Bu yöntemde lezyonun en karakteristik bölgesinden sadece küçük bir parça alınarak tanı konulur ve daha sonraki büyük tedavi bu tanıya göre planlanır.
  • Lazer Cerrahisi: Yüksek enerjili lazer ışını kullanılarak lezyonun kesilmesi veya buharlaştırılmasıdır. Lazer cerrahisi, çevre dokulara minimal zarar vermesi, kanamayı önemli ölçüde azaltması (bazen hiç kanama olmaz) ve genellikle dikiş gerektirmemesi gibi avantajlar sunan hassas ve modern bir yöntemdir. Özellikle kanama eğilimi olan lezyonlarda veya ulaşılması zor bölgelerde tercih edilebilir.
  • Kriyoterapi: Bu yöntemde lezyonlu doku sıvı azot gibi aşırı soğuk bir madde ile dondurularak tahrip edilir. Bazı yüzeyel ve iyi huylu lezyonların (örneğin siğiller) tedavisinde kullanılabilir.

Unutulmaması gereken en önemli kural şudur: Ağızdan çıkarılan her doku parçası, görünümü ne kadar masum olursa olsun, kesin tanı için mutlaka patolojik incelemeye gönderilmelidir. Bu vazgeçilmez bir güvenlik protokolüdür.

Ağız Sağlığını Korumak ve Kanser Riskini Azaltmak İçin Neler Yapılabilir?

Profesyonel bakım kadar, kişinin kendi sağlığına gösterdiği özen ve farkındalık da erken teşhis ve korunmada hayati bir rol oynar. Ağız sağlığını korumak ve özellikle ağız kanseri gibi ciddi riskleri en aza indirmek için atılabilecek basit ama çok etkili adımlar vardır.

Öncelikle, bilinen risk faktörlerinden uzak durmak en temel korunma yöntemidir. Ağız kanserlerinin büyük bir çoğunluğu önlenebilir nedenlere bağlıdır. Bu konuda atılacak en önemli adımlar şunlardır:

  • Tütün ürünlerinin her türlüsünden (sigara, puro, pipo, nargile, çiğneme tütünü) kesinlikle kaçınmak.
  • Alkol tüketimini sınırlandırmak veya tamamen bırakmak (özellikle tütün ile birlikte kullanımı riski katlayarak artırır).
  • Dudakları, özellikle yaz aylarında ve güneşli günlerde, koruma faktörlü dudak kremleri ile güneşin zararlı UV ışınlarından korumak.
  • Dengeli ve sağlıklı beslenmek, bol miktarda taze meyve ve sebze tüketmek.

İkinci önemli adım ise kendi kendini muayene alışkanlığı kazanmaktır. Ayda sadece bir kez, birkaç dakikanızı ayırarak yapacağınız düzenli bir kendi kendine muayene, ağzınızdaki değişiklikleri çok erken bir aşamada fark etmenizi sağlayabilir. İyi bir ışık kaynağı ve ayna kullanarak aşağıdaki bölgeleri dikkatle inceleyin.

  • Yüz ve Boyun: Aynada yüzünüzde ve boynunuzda herhangi bir şişlik veya asimetri olup olmadığına bakın. Parmaklarınızla boynunuzun yanlarını ve çene altınızı lenf bezlerinde şişlik olup olmadığını anlamak için nazikçe yoklayın.
  • Dudaklar: Alt ve üst dudağınızı dışa doğru çekerek iç yüzeylerini renk değişikliği, yara veya kitle açısından inceleyin.
  • Yanaklar: Yanağınızı parmağınızla dışa doğru çekerek iç yüzeyinde kırmızı veya beyaz lekeler, yaralar veya kabarıklıklar olup olmadığına bakın.
  • Damak: Başınızı geriye eğerek sert ve yumuşak damağınızı renk değişiklikleri veya şişlikler açısından kontrol edin.
  • Dil ve Ağız Tabanı: Dilinizi dışarı çıkarın, üstüne, sağına ve soluna bakın. Ardından dilinizi ucundan tutup yukarı kaldırarak altına ve ağız tabanına bakın. Herhangi bir renk değişikliği, yara veya şişlik olup olmadığını kontrol edin.

Adana’da Ağız İçi Lezyon (Aft) Tedavisi Fiyatları Ne Kadar?

Ağız İçi Lezyon (Aft) Tedavisi tedavinin yapılacağı kliniğe, hastanın durumuna göre değişmektedir.

Ağız İçi Lezyon (Aft) Tedavisi Yaptıranların Yorumları

Diş Hekimi Yaşar Çınar Nar'ın hasta yorumları için Google Maps'e göz atabilirsiniz.

Adana'da Ağız İçi Lezyon (Aft) Tedavisi Yapan Doktorlar & Diş Hastaneleri

Adana'da Ağız İçi Lezyon (Aft) Tedavisi uygun alt yapıya sahip diş hastaneleri veya kliniklerde, diş hekimleri tarafından yapılır.

Sıkça Sorulan Sorular

Ağız içi lezyonlar; yanak, dil, diş eti, damak veya dudak gibi ağız mukozasında oluşan yara, kabarcık, beyaz veya kırmızı plak gibi anormal doku değişiklikleridir.

Travma (ısırma, kesik), viral veya bakteriyel enfeksiyonlar, aft, mantar, vitamin eksikliği, sigara kullanımı ve bazı sistemik hastalıklar ağız içi lezyonlara neden olabilir.

Lezyonlar genellikle ağrılı veya ağrısız, beyaz, kırmızı, kabarık veya düz şekilde olabilir. İyileşmeyen, büyüyen veya sık tekrar eden lezyonlarda mutlaka diş hekimine başvurulmalıdır.

Viral ve bakteriyel kaynaklı bazı lezyonlar bulaşıcı olabilir. Ancak aft ve travmaya bağlı lezyonlar genellikle bulaşıcı değildir.

Uzun süre iyileşmeyen, şekil değiştiren, sert veya ağrısız lezyonlar kanser öncüsü olabilir. Erken teşhis için diş hekimi kontrolü şarttır.

Nedene göre tedavi değişir. Aft ve hafif travmatik lezyonlar genellikle kendiliğinden iyileşir. Enfeksiyonlarda ise ilaç tedavisi gerekebilir.

Çoğu basit lezyon bir hafta içinde iyileşir. Uzun süren veya tekrar eden lezyonlarda mutlaka uzman görüşü alınmalıdır.

Düzenli ağız hijyeni, sağlıklı beslenme, sigaradan uzak durma ve vitamin eksikliği tedavisi lezyon oluşumunu önleyebilir.

Evet, çocuklarda da sıklıkla aft, uçuk, mantar ve travmaya bağlı lezyonlar görülebilir. İyileşmeyen lezyonlarda çocuk diş hekimine başvurulmalıdır.

Öncelikle diş hekimine başvurulmalıdır. Gerekli görüldüğünde ağız, diş ve çene cerrahı ya da kulak burun boğaz uzmanına yönlendirilir.